Nedir bu toplumsal cinsiyete dayalı şiddet? (4)
Sözleşme’nin amacı, kapsamı, muhtevası böyleyken, kadınları, “toplumsal cinsiyete dayalı şiddet” riski altında olan kişileri değil, (kutsal) aileyi korumayı hedefine koymuş bir devletin İstanbul Sözleşmesi’nden çekilmesi pek de şaşırtıcı sayılmasa gerek.

Bianet tarafından sadece basında yer alan haberlerden elde edilen verilere göre erkekler Mart 2021’de en az 36 kadını öldürdü, 68 kadına şiddet uyguladı, en az dört çocuğu öldürdü.
Bu sırada kadınlar İstanbul Sözleşmesi’ni savunmaya, #vazgeçmiyoruz demeye devam ettiler. Bu bahisle gözaltına alınan, hatta yabancı olması fırsat bilinerek sınır dışı edilenler oldu. İstanbul Sözleşmesi bir taraftan canla başla savunulurken, diğer taraftan bu kadar çok düşmanlaştırılmasının sebeplerini görmek adına metni biraz daha analiz edelim.
Sözleşme’nin daha Giriş kısmında “kadına karşı şiddet ve ev içi şiddetten arınmış bir Avrupa yaratma” hedefinden bahsedildiğini ve bu hedefe ulaşabilmek adına, her şeyden evvel toplumsal cinsiyet ayrımcılığının ortadan kaldırılması gerekliliğinin sıkça vurgulandığını ifade etmiştim. Bu çerçevede, kuşkusuz, imzacı devletlere düşen pek çok görev mevzu bahis. Bunlar da Sözleşme’de bir hayli detaylı ve somut olarak düzenlenmiş bulunmakta. Ancak bu yükümlülüklere geçmeden evvel, kısaca Sözleşme’nin kapsamına ve böylece aslında toplumsal cinsiyete dayalı şiddetin metinde nasıl anlaşıldığına bakalım.
Bunun için hemen Sözleşme’nin 2. maddesine bir bakmak icap ediyor. Bu maddeye göre mücadele edilen/ edilmesi gereken hem “ev içi” hem“kadına karşı şiddet”. Buradan çıkan anlama göre kadına karşı şiddete özel bir önem veriliyor, ancak her türlü ev içi şiddet Sözleşme’nin kapsamında. Örneğin bu metindeki hükümler, ev içi olmak kaydıyla yetişkin bir erkeğin korunması çerçevesinde de değerlendirilebilecek. Bu durum eleştirilebilir ve sözleşmenin “kadına karşı şiddet” ile toplumsal cinsiyet ayrımcılığının sıkı bağını ortaya koyan ruhuna aykırı olduğu ileri sürülebilir. Ancak kadına karşı ya da toplumsal cinsiyete dayalı şiddet özel olarak vurgulandığı için bu eleştiri fazla abartılı olur. Ayrıca amaç “kadına karşı şiddeti” geri plana atmak değil, sözleşmenin açıklayıcı metninde de belirtildiği gibi “erkek ve çocuklara yapılan [ev] içi şiddete de uygulanması için Tarafları teşvik etmektir.”[1] Kaldı ki bu teşvikin LGBTİ+ bireylerin bir kısmı için de son derece mühim olduğunun altı çizilmeli. Zaten Türkiye’de de fırtına en çok buradan kopmadı mı? Devlet yetkilileri sözde ve bir dereceye kadar da olsa “kadına yönelik şiddet”e karşı olduklarını belirtiyor, fakat “LGBT’liler” mevzu bahis olunca yalandan da olsa herhangi bir güvenceden bahsedilmiyor. Aksine ciddi bir nefret kusma hali…
Bir de LGBTİ+’ların başını çektiği “kutsal aile” düşmanları meselesi var tabii. Bu noktada Sözleşme’de “ev içi” ve “kadına karşı şiddet”kavramlarının nasıl ele alındığına bakmalı. “Ev içi şiddet”,Sözleşme’de esasen aynı aileden, hatta aynı haneden olmakla alakalı değil, daha geniş olarak ele alınmış,“failler mağdurlarla aynı evi paylaşsa da paylaşmasa da aile içinde veya hanede veya eski veya şimdiki eşler, partnerler arasında vuku bulan fiziksel, cinsel, psikolojik veya ekonomik şiddet davranışlarının tümü” olarak tanımlanmış (madde 3/b). Bu tanımda ve genel olarak ilgili tüm maddelerde “aile içi şiddet” değil, “ev içi şiddet” kavramının tercih edildiğine dikkat çekmek gerekiyor, zira bu rastgele bir tercih değil. Resmi ya da dini nikâhlı eşler dışındaki partnerleri de kapsama dâhil etmenin amaçlandığı aşikâr. Haliyle eşcinsel partnerlik ilişkisinde yaşanan şiddetten, boşanan eşe yönelik şiddet fiillerine kadar bu kapsamda görülüyor.
Aynı şekilde toplumsal cinsiyete dayalı şiddet kavramı da geniş tutuluyor, “kadınların fiziksel, cinsel, psikolojik veya ekonomik zararı veya ıstırabı ile sonuçlanan veya sonuçlanması muhtemel olan tüm eylemler” (madde 3/a) Sözleşme’yedâhil ediliyor. Haliyle iş yerinde yaşanan bir vaka da bu kapsamda değerlendirilecek.
Sözleşme’de toplumsal cinsiyete dayalı şiddet türlerinin de hepsi mevcut ki bu da kuşkusuz kapsam meselesinin bir diğer yanı. “İstanbul Sözleşmesi’ne göre, devletlerin fiziksel, psikolojik ve -tecavüz, cinsel saldırı ve cinsel taciz dâhil olmak üzere- cinsel şiddeti, ısrarlı takip, zorla evlendirme, zorla çocuk düşürtme, zorla kısırlaştırma, kadınların genital sakatlanması ve sözde ‘namus’ adına olan suçlar dâhil cinayetleri önleme, kovuşturma ve ortadan kaldırma yükümlülükleri vardır. Bunlar, kadının davranışları, cinselliği ve özerkliği üzerinde tahakküm kurmayı amaçlayan ve tüm kültürler için ortak olan toplumsal cinsiyete dayalı şiddetin tüm tezahürleridir.”[2]
Burada hususiyetle ekonomik şiddet gibi belki de en görünmez türlerden birine yer verilmesi mühim noktalardan biri.Toplumsal cinsiyete dayalı şiddetin ekonomik bir boyutunun da olabileceğinin ya da kadınlara ekonomik olarak zarar veren davranışların şiddet olarak anlaşılması epey zor olabiliyor. Bunun yanı sıra ısrarlı takip başlı başına bir mevzu olarak vurgulanıyor.Genelde kültürel gerekçeler öne sürülerek icra edilen,“zorla evlendirme, kadınların genital sakatlanması ve sözde ‘namus’ adına işlenen cinayetler” gibi fiillerin de hususi olarak altı çizilmiş. Üstelik bu tür fiilleri meşrulaştırmak için öne sürülen bir takım gelenek ve inançların şiddeti meşrulaştırma vasıtası olmak bir yana, mücadele edilmesi, bu bahisle ortadan kaldırılması lazım gelen olgular oldukları ifade edilmekte.
Sözleşme’nin kapsamı kısaca böyle. Bu kapsam tartışmasında da aslında Türkiye’nin tutumunun gerekçelerini görebiliyoruz. Sözleşme’nin amacı, kapsamı, muhtevası böyleyken, kadınları, “toplumsal cinsiyete dayalı şiddet” riski altında olan kişileri değil, (kutsal) aileyi korumayı hedefine koymuş bir devletin İstanbul Sözleşmesi’nden çekilmesi pek de şaşırtıcı sayılmasa gerek.
[1]Kadına Yönelik Şiddet ve Aile İçi Şiddetin Önlenmesi ve Bunlarla Mücadeleye İlişkin Avrupa Konseyi Sözleşmesi Açıklayıcı Metin, par. 37.
[2]Council of Europe- Amnestyİnternational, TheCouncil of Europe Convention on PreventingandCombatingViolenceagainstWomenandDomesticViolence “ A TooltoEndFemaleGenitalMutilation”, Council of Europe Publishing, 2014, Strasbourg, s. 9.