'İsmin ne abicim?'

Öldürülen kadının şeceresini bahçeli devlet höykürüyor. Ezbere bildiği bir iki kelimeyi ardarda sıralayıp bam telinin kıyısında, köşesinde fink atıyor. Takriben ne zaman öleceksin demek dışında hiçbir şey gelmiyor dinleyenin aklına. Ne zaman öldüğünün farkına varacaksın ya da?

Durumun ateşlenmesine paralel olarak duygular da yoldan çıkıverir istemsizce. Tehlike anında yavrularını koruyan vahşi hayvanların videolarını izliyorum epeydir. Karşısında saygı duymamanın mümkün olmadığı bir içgüdü. Tehlikenin yabancılığı ya da büyüklüğü dahi engelleyemiyor yavrularını koruma pratiği sergileyen envai çeşit vahşi hayvanları. Bu mevzunun sevimli kısmı.

Herkes için adalet ve güvenlik sağlama görevi ile hareket ettikleri tarafımıza tebliğ edilen ve karşılığında yövmiyeleri ‘herkes’ denilen toplam tarafından ödenenlerin gerçekliklerini ayna gibi suratımıza suratımıza yansıttıkları anlar var. Hoş, yövmiyesi başkası tarafından ödense ne yazar. Bekçilik ettikleri devletin nazarında hepsinin işi kazanç garantili. Neyse, yavrusunu koruyan vahşi hayvan misali, ama onun güzelliğinden bir dirhem nasip almamış bir kolluk görevlisi elini başının üstüne koymuş bir caninin. Kolluğun eli başa, eğilsin diye konulur. Bildiğimiz, gördüğümüz bu yıllardır. Ama bu sefer durum başka. Bir temaşa oynanmış. Rezil bir senaryo, çalakalem yazılmış. Daha önce defalarca gördüğümüz bir film yine perdeye yansıtılmış. Elini başına koyuyor kolluk. Bir caninin başına. Eğmek için değil. Kalabalıktan biri bir şey atacak olursa, aman caniye zarar gelmesin diye. ‘ismin ne abicim’ diyor. Yumuşacık, güçlendirici, naif bir ses. Öldürülen kadının şeceresini bahçeli devlet höykürüyor. Ezbere bildiği bir iki kelimeyi ardarda sıralayıp bam telinin kıyısında, köşesinde fink atıyor. Takriben ne zaman öleceksin demek dışında hiçbir şey gelmiyor dinleyenin aklına. Ne zaman öldüğünün farkına varacaksın ya da? Belli ki meczup. Farkında değil hiçbir şeyin. O da yanaşıp, hafifçe eğiliyor ve caninin kulağına fısıldıyor: ‘ismin ne abicim?’

Yoklama misali bir yandan, bir yandan kendini hatırlatma durmaksızın. ‘Kusura bakmayın’ diyor gerisini dinlemeye midesi olanın katlanamayacağı konuşmasında zatı muhterem. Kimsenin kimseyi rahatsız etmeye hakkı yokmuş. Hak dediğine mi yanarsın, kusura bakmayın diye gevelemesine mi? İstikbalini, yalnız ve yalnızca kendisi ve pek umrunda ise yakın çevresinin istikbalini garanti altına almak için, muhtemel yargılanma ya da çaptan düşme tehlikesinden paçayı sıyırmak için, sıfırlayamayacağı kadar kazanç elde etmek için nereye saracağını, saldıracağını şaşırmış bay başkan. Şaşırmış demek yanlış olur aslında. Elinde çetelesi, dönemsel, mevsimsel, bölgesel çatılacaklar listesi. Değişmeyenler zaten belli. Kürd, kadın ve kızılbaş birinciliği paylaşıyor elbette. İkiyüzlü dini referanslar doğrultusunda dizayn edilmeyen yaşama pratikleri de listenin vazgeçilmezlerinden. Mezbiyen olmak, gece on ikiden sonra müzik dinlemek ve haşa huzurdan alkol falan içmek bay başkanı çok kızdırıyor. Uykuları kaçıyor geceleri. Sarayın odalarında volta atıyor sabahlara kadar. Düşünceli, kederli. Kusura bakmayın diyor, o da eğilip fısıldıyor caninin kulağına bu vesileyle. ‘İsmin ne abicim?’

Sığındığı ülkedeki süper lüks evinde kitap okumak suretiyle ülkeye döneceği günlerin şafağını sayarken uğruna kurşun atıp kurşun yediği devletten kazık yeme sırası kendisine gelmiş bir kız babası var bir de. Ülkeye dönüş bileti yakılmış olmasa, kuvvetle muhtemel Deniz’i öldürmeye serdengeçti ekibinden birini göndermiş olacaktı çatalcı başı. Dünyayı yakmaya and içmiş gözlerini belertip utanmadan, Deniz’in ismini ağzına alıyor. Başsağlığı falan diliyor. ‘İsmin ne abicim’ sorusuyla dolu ömrünü temize çekme niyetinde olduğunu, anlattıklarının mühim olduğunu falan söylüyor dikkate değer bir çoğunluk. Ucundan kıyısından ‘devlet’ geleneği ile tanışık olan herkes için açık olması gereken bir durum oysa ki. Çember ile hiçbir derdi yok bu ‘kıymetli kardeşin’, o da rüyalarında çemberin dışına atılmış olmanın çaresizliği ile kan ter içinde kalıyor, çığlıklara boğuluyor.

Denize sıfır kilometre, geceliği aklımızın hayalimizin alamayacağı kadar olan otellerde bir kafa tatili diyorlar hep birlikte. Marinalara çökenler, deniz aşırı memleketlerden kafa yapıcı peynirler getirenler, bir yakalat on geçirciler, gümrüğe kaydettirmeyecek kadar az sayıda maske kitini çantalarına sıkıştıracak kadar yardımsever olanlar, yazıcının sigorta poliçesi kesme sesine hayran olanlar, bu ülkenin delileri, serdengeçtileri hep birlikte çılgın bir tatil planı. Çayların, ayranların biri boşalıp biri dolduruluyor. Ortalık nargile dumanına boğulmuş. Otel girişinde parola soruluyor. Parola: ‘İsmin ne abicim?’ Malumunuz hepsi bu soruyu da cevabı da ezbere biliyor.

Yazarın diğer yazıları için tıklayın

Öne çıkan haberler!