Doğrunun pratik ile imtihanı
Yaşamı, sonu bilinmeyen sayılı bir zaman aralığı ile sınırlı olan insan, kendi iradesi dışında kendisine sunulan bu hayatı; basit, rahat, tatmin olmuş bir ruh halinde yaşayabilecekken niçin olumsuz olanı seçer? Niçin tatmin olmaz? Niçin çoğunlukla yapıcı değil, yıkıcıdır?
Fesih Yeler
Sokrates, ‘Doğru, geri alınmak üzere verilmiş emanettir’ der ve yine kendine göre şartların bir çerçevesini çizer.
İnsanlık nereye
“Büyücü Don İllan, konuğunun saygın ve geleceği parlak bir başpapaz olduğunu bildiğini ama bütün bildiklerini ona öğretecek olursa günü geldiğinde hizmetlerini karşılıksız bırakabileceğini, yüksek mevkideki insanların bunu alışkanlık edindiklerini söyledi. Bunun üzerine başpapaz, büyücü Don Illan’ın cömertliğini asla unutmayacağını, her zaman buyruğunda olacağı konusunda ant içti.”
Jorge Luis Borges’in ‘Alçaklığın Evrensel Tarihi’ kitabında ‘Yaya Kalan Büyücü’ isimli hikayesinin bir bölümünde geçen bu anlatı, çok çarpıcı gizil diye nitelendirdiğimiz bir sorunsal gerçeği ortaya koyuyor. Mevzuya girmeden önce şu soru ile başlayalım: Büyü ile ilgili bütün bildiklerini başpapaza karşılıksız olarak öğretseydi, Don Illan ne elde ederdi? Başpapaz yaşamını hangi karakter biçimi veya biçimleriyle sürdürürdü?
Büyü içinde büyü olan bu hikayede, elbette ana temadan da bahsetmek gerekir. Önce Psikoposluğa, sonra Başpsikoposluğa, daha sonra Kardinal ve en nihayetinde Papalığa kadar yükselen Papaz, her seferinde Don Illan’a verdiği sözü savsaklar. En zirve nokta olan papalık mertebesine ulaşınca Don Illan’ı ve bitmek bilmeyen isteklerini yük olarak görür. O kadar ki, kurgu içinde, usanıp evine dönmek isteyen büyücüye yolluk vermeyi bile reddeder.
Elbette kısa süreliğine yaşanmış gibi görünen tüm bunların da birer büyü olduklarını, kurgudan çıkıp gerçeğin kendisine gösterilmesi üzerine Papaz, hayal kırıklığı ve pişmanlık yaşatsa da; hikaye beklenmedik bir şekilde Papaz’ın evden kovulmasıyla sonuçlanır.
Zoru Seçmek
Yaşamı, sonu bilinmeyen sayılı bir zaman aralığı ile sınırlı olan insan, kendi iradesi dışında kendisine sunulan bu hayatı; basit, rahat, tatmin olmuş bir ruh halinde yaşayabilecekken niçin olumsuz olanı seçer? Niçin tatmin olmaz? Niçin çoğunlukla yapıcı değil, yıkıcıdır?
Bu hikayede kontrolsüz gücün görünürdeki sahibi olan Papaz, aslında ördüğü ağların içine hem fiziksel hem de ruhsal olarak esir düşüyor. Bunun örneklerini, kendi kas yapısının muazzam görkemli duruşunun heybetine kapılan ilkel insandan tutun; servetlerinin sınırsızlığına tapan firavunlara, ideolojik saplantılı emperyal duygu tatmini arzusundan tutun; peşindeki kör kalabalıkla çoraklaşan ve çoraklaştıran oligarşik yapılara kadar çoğaltabiliriz.
Papazın tüm bunlarla ne ilgisi var diye sorulursa, ilgisi şu ki, tarih sahnesinde yaratılan düzen ve bütün bileşenleri, bu minval üzere kurulmuş ve varlığını güçlenerek sürdüregelmiştir. Sofistik veya tasavvufi davranış biçimine sokulması oldukça zor, dolayısıyla uygulayıcılarının bir avuç kadar azınlıkta kaldıkları çoğunlukla düşünceden ibaret ideolojilerin dışında malı mülkü, serveti, gücü, inanç veya klan üstünlüğünü şiar edinmiş, dünyada bölünmüş bir toplumla uzun yaşam süresince karşı karşıya kalmış bulunmaktayız. Gaye, bu türden tüm olumsuzluklardan kurtulmak ve ardından kendisinin yaşamsal damarlarıyla ortak bir yere bağlı olduğunu idrak eden bir birey ve bunun mekanizmalarının alt yapısını sağlam bir şekilde oluşturup hatasız bir düzen ile harekete geçirmek ise elzem olanı, derhal dünyayı yöneten kodların hepsini elemanlarıyla sahiplenmektir. Derli toplu düşünülüp gerekli hazırlıklar yapılırsa yumuşak bir erişim sağlamak mümkündür.
Örnek vermek gerekiyor sanırım. Bağlamından koparmamak için hikâyemizin ilgili paragrafına ilişkin sorunun cevabına erişim sağlamayı deneyelim. Cevabı varsayımlı bir yöntemle bulabilecek miyiz?
Papaz neden papazlık mesleğini seçti? Bu mesleği seçerken hangi türden ilkeler ortaya koydu? Bunların hiçbirini bilmiyoruz ancak varsayabiliriz.
Peki, bilsek bir çözüm bulabilecek miyiz? Muhakkak bir diyalog kapısı aralayacaktır ama bununla da asla bir çözüm gelmeyecektir. Varsayımda bulunacak olursak;
- Cennete gitmek için Tanrı’ya yakın hissetmek
- İnsanları sözüm ona günahlardan korumak
- Hıristiyanlığa iyi bir hizmetçi olmak
- Dinsizlikle savaşmak
- Bunların hepsini kutsayarak bir toplumda sosyal bir statüye sahip olmak
Benzeri can sıkıcı maddelerle listeyi epey daha fazla uzatabiliriz. Bu bizim varsaydığımız, olması büyük olasılıklarla muhtemel olan ilkeleri doğru kabul etsek de ortaya hiçbir çözüm konulamaz. Bunu burada bırakıp ikinci, yani Don Illan’la ilgili sorunun cevabına geçelim.
Büyücünün de ilkeleri ve istekleri var. Ayrıca bu karakter, kendi iç dünyasında daha güçlü bir birey. Kendi farkındalığı (self-aware) olan biri olduğu kadar, başkası farkındalığı (other aware) da olan öngörülü bir şahıs. Bu kişilik bile, karakterine tarihsel olarak dayatılan bir güçten faydalanma arzusundadır. Evet, tarihe ışık tutma adına örnek bir test ortaya koyuluyor ama bir an düşünelim ki bu hikâyenin sonunda papaz sözünü tutmuş ve büyücünün oğlunu bazı mevkilere getirmiş olsun. Nitekim toplum içinde en fazla örneği olan bir konudur bu. Bu son, arzu ettiğimiz topyekün huzurlu bir yaşama götürecek miydi bizi? Belki de yazar, hikâyeyi teste tabi tutulan Papaz senaryoya göre tüm test aşamalarını başarıyla tamamladıktan sonra Don Illan’ın oğlunu da Kardinal yaparak bitirebilirdi. Böyle bir durumda büyücü bize nasıl bir ders vermeye yeltenebilirdi? Sözünü unutmayıp dürüst insan imajı çizdirilen papazdan gıpta ile mi bahsedilecekti, yoksa işte dünyayı kurtaracak insan profili, mi denilecekti?
En nihayetinde testi başarıyla geçen papaza, büyünün tüm sırları öğretildi diyelim. Bu sırları öğrenen papaz, dünyamızda nasıl bir değişime, ilerlemeye öncülük edecekti? Ya da arzu ettiğimiz bu değişimler olacak mıydı? Benim önyargılı cevabım; tabii ki hayır.
Sonuç
Asıl sorulardan bir tanesi de şu: Hayatı çok basit düzlemde yaşama imkanı varken, niçin ucu bucağı olmayan kompleks, çözümsüz bir gümbürtünün rüzgarında savurup duruyoruz? Sanırım bu, çok zeki, döngünün her bir hareketine iyi çalışıp kendini devamlı güncelleyen bilinçli bir tarikatlar konfederasyonun danışıklı dövüş ile sürdürdüğü bir durumdur. Bu konfederasyonun yöneticileri yarattıkları düzenin sahiplenilmesi ve sürdürülebilirliği için her birimize ayrı ayrı, ama sınırlı yetkilerle görevler verir. Büyücü yönetici, Papaz ise figürandır. Papazın, Papa olma ile Papaz kalma arasında düzenin sürdürülebilirliliği noktasında hiçbir fark yoktur. Büyücü, düzenin sahibi değildir ama asıl yöneticisidir; toplumu kurtarma maksadıyla Tanrılarla iletişime geçtiği yanılsamasında olup buna da kutsallık atfeden bir şamandır. Farkında olan eğitilmiş, bağımlı bir sahtekârdır. Düzenin sahipleri adına bize roller dağıtan, bunun bozulmaması için yasasını, anayasasını yapan yüzsüzün en değme halidir. Erk adına güç devşiren, bu güce Tanrı’nın temsilcileri iddiasındakileri bile taptıran ve piyonlaştırandır.
(Özgür Köşe'deki yazılarda bulunan ifadeler yazarına aittir. Gazete İsveç'in editoryal politikasıyla uyumlu olmak zorunda değildir.)